ŞİPŞAK HALİT

Şipşak Halit gerçi bizim sokağın sâkini değildi ama, Tâhir Amca’ların yanındaki sokağın hemen başında Ağaçkakan Câmii’ne giden yolun köşesindeydi evi. Oradan kopan vaveylâ, çevre apartmanlarla dolu olmadığı için her yerden duyulurdu. Adamın bitmez tükenmez olayları vardı. Çevresindekileri bîzâr eden bu adamla ilgili olarak komşuları rahatlatan bir olayı anlatmak isterim.
Şipşak Halit’in babasından kalma iki katlı bir evi vardı. Üst katta kendisi oturur, alt katı da kiraya verirdi. Burası mesken değil, onun işyeri, geçim kaynağıydı. Eve aldığı kiracıları dolandırır, sonra da kavga-döğüş evden çıkartır borcunu da ödemezdi. Çıkmamakta ısrar edenlere uyguladığı çeşitli formülleri vardı. Meselâ, sarhoş olup nâralar atar, kavga çıkarırdı. Sopa yiyeceğini anladığı ailelerin taşlıkta duran küplerine fare ölüsü atardı. Eve uyuz köpekler getirip onları aç bırakır, sabaha kadar havlatarak herkesi tedirgin ederdi... Zavallı kiracılar bîzâr olur, parayı-pulu unutup bir an önce taşınmanın çaresini ararlardı. Evde üç aydan fazla oturan kiracı yoktu.
Bu seferki kiracısı dul bir kadın ve yetişkin kızıydı. Arabaya yükledikleri eşyalarını evin önüne getirdiler. O zamanlar bir ev eşyasını gözünüz kapalı sayabilirdiniz. Hamala hiç ihtiyaç yoktu. Bir sandık (bu çok önemliydi, en büyük varlık burada saklıydı), yatak çarşafları, kızın çeyizleri, bohçalar, havlular. Bu büyük parçadan sonra iki kapılı ve üç katlı, içinde yiyecek saklanan bugünkü buzdolabı yerine geçen, ama sadece sineklere ve kedilere karşı bir tedbir olarak bulundurulan “teldolap”... Gene aile kalabalığına göre üç-beş yatak, yorgan, yastık. Halı herkeste bulunmadığından onun yerine kilim… Bütün bunlara ilâveten, bohça yapılmış mutfak eşyaları, tava, tencere, tabaklar ve muhakkak “yer sofrası”. Ayrıca, tahtadan yapılmış ve üzerine şilte konulduğunda koltuk, kanepe yerine geçen sedir eşyaları. Durumu biraz iyi olanların “konsol”ları… Tamamı bu olan eşyalar elbet tek atlı bir arabaya sığardı.
Taşındıklarının üçüncü haftasında bir gün sokağın başında bir kalabalık oluştu. Saat sabahın sekiziydi. Gürültü-patırtı ayyuka çıkıyordu. İki sokağın sâkinleri de sanki oradaydı. Üç delikanlı Şipşak Halit’i ellerinden bağlamışlar, sille tokat dövüyorlardı. Adamın o kadar kötülüğüne rağmen görüntüsü içler acısıydı. Sessizce bakıp müdahale etmiyor; ama, kimbilir gene ne halt etmiştir diyerek, dövenleri içimizden teşvik ediyorduk. Adamın ömrü üçkâğıtla geçmiş, gençliğinde bir baltaya sap olmamış, hep insanları dolandırmış, sırtlarından geçinmiş... Bizim tanıdığımızda yaşı kırkbeş-elli filandı. Ufak tefekti. Öyle heybetiyle falan değil, insanları edepsizliğiyle sindirmişti. Hapise girip çıkmış, karakol meskeni olmuş, kimsenin bulaşmak istemediği, herkesin lânet okuduğu bir insandı.
Olayı seyredenlerin bir çoğu, kendisi tarafından dolandırılanlar olup neredeyse alkış tutacaklardı. Ancak bu seferki olay parayla değil, nâmusla ilgiliydi. Seyirci komşu hanımlar kiracı teyze ve kızını alıp çayırda bir ağacın altına oturtmuşlar, evlerden su ve kolonyalar getirip ilgilenmek-teydiler. Şimdi sıra bu meraklı hikâyeyi dinlemeğe geliyordu. Kadıncağızı teselli için birkaç söz söyledikten sonra hâdiseyi anlattırdılar.
Eve taşındıklarından on gün sonra “güle güle oturun” demek için uğrayıp kahve içmiş, sonra söze başlamış:
-Efendim, bendeniz eşim öldükten sonra tekrar evlenmedim. Çocuğumuz da olmadı. Rahmetliden sonra yalnız kaldım. Evlenmek istiyorum.
-Aklımızda olsun Halit Bey, bizler de araştıralım.
-Titiz bir insanım. Nâmusa, temizliğe çok önem veririm. Böyleleri vardır ama, sizin gibi insanları bulmak çok zorlaştı artık...
Kadıncağız, lâfın kendi üzerine gelişinden tedirgin olunca:
-Efendim, benim kızımdan başka evli üç oğlum var. Kocam öldükten sonra onlarla oturmağa çalıştımsa da gelinlerle geçine-medik. Oğullarımla karar verip ayrı ev tuttuk. İşleri fena değil. Küçüğü Şehremini’nde kahvecilik, ikisi şoförlük yapıyor, kendi arabaları var. Bana da çok düşkünler. Ama işin içine el kızları karışınca sanki değiştiler…
Bu sözler üzerine Şipşak azıcık bozulur gibi olmuş, biraz daha oturduktan sonra gitmiş. Ana-kız Geceyarısı bir gürültüyle uyanmışlar. Paldır-küldür teneke sesleri geliyor, sanki eşyalar yer değiştiriyor, merdivenlerden birisi inip-çıkıyor, el çırpması gibi değişik tonda sesler yarım saat kadar sürmüş.  İkisi de sabaha kadar uyuyamamışlar. Aydınlıkta sofaya çıktıklarında herşey yerli yerindeymiş. Olanlara bir mânâ verememişler. O sırada merdivenlerde Halit’in ayak sesleri duyulmuş:
-Halit Bey, akşamki gürültüleri duydunuz mu?..
-Ah hanımefendi, sizin duyduğunuz bir şey değil, olan bana oldu, bir güzel dayak yedim...
-Eve hırsız mı girdi? O “şırrak, şırrak” sesler neydi?..
-Demek duydunuz. Bakın yanaklarımda tokat izleri duruyor… Rahmetli pederim geldi dün akşam…
-Hem rahmetli, hem de geldi!.. Anlayamadım…
-Babam, sağlığında olduğu gibi şimdi de yanlış iş yaptığımda beni cezalandırır. Dün akşam sizi ziyaretim onun arzusuydu. “İllâ git konuş” diye tutturdu. Onun dediklerini yapmamışım. Îmâ ettim ama siz oralı olmadınız. Dayağı bunun için yedim. Bir dahaki sefere daha kötü şeyler yapar, Allah göstermesin, sizlere de bulaşır. Sizinle evlenmemi istiyor... Tabii bu benim de arzum…
-Böyle şeylere ölüler ne  karışır? Benim fikrimi almış mı ki? Rahmetli-mahmetli ama, ukalâ biri galiba, benim evlenmek istediğimi kim söylemiş ona?.. Bak Halit Bey kardeşim, kendisini gördüğünde söyle. Beyimden sonra başkasıyla evlenmeyi hiç düşünmedim. Kocam da o tarafta zaten, adı Hüsnü. Baban isterse gidip onunla konuşsun. Yetişmiş çocukları, torunları olan bir kadın, babanızın keyfiyle  evlenmez…
-Beni dinlemez ki... Hem benim dayak yemem önemli değil de, size zarar verir diye korkarım.
-Yok beyim, ben öyle şeylere pabuç bırakmam, bak omzumda muska var. O beni değil, ben onu çarparım! Allah, böyle sapık ruhları çöpçatanlık yapsınlar diye ortalığa salmaz!..
Kadıncağız her ne kadar inanmıyorum dese de, eski mahallesindeki birkaç kişiye danışıp akıl almağa, bu durumda okunacak duaları öğrenmeğe gitmiş. O akşam sâkin geçmiş. Kayınpeder adayı ikna olmuş, ya da öbür tarafta kocasıyla konuşup vazgeçmiş zâhir!..
Dört-beş gün sonra bir geceyarısı gürültü tekrar başlamış. Sanki kıyamet kopuyormuş. Ana-kız sesleri dinlemişler. Gürültü, teneke sesleri… Kadıncağız  oda kapısından bakmış: Boş bir gaz tenekesi paldür küldür merdivenlerden iniyor, tekrar basamaklardan yukarı çıkıyor. Gözü karanlığa alışınca görmüş ki, teneke bir iple yukarı çekiliyor. Seslenmiş:
-Halit bey, Halit bey!.. Senin ipli-tenekeli baban geldi galiba. Söyle şuna da yüzyüze konuşalım, derdi neymiş anlayalım!
Sesler birden kesilmiş. Sonra bir homurtudur başlamış. Merdivende takunya sesleri… Kadıncağız ne görsün! Şipşak Halit anadan üryan, elinde tesbih, gözleri yuvalarından uğramış, homurduyor:
“Geldim işte ey fânî
 Bu ay kânûnusânî
 Ya seçersin oğlumu
 Ya da boğarım  seni!..”
Edepsiz herifin merâmını anlayan kadın odasına girmiş, kapıyı kilitleyip önüne sandığı çekmiş. Kapı bir yoklanmış, sonra sesler kesilmiş.
Sabah doğruca büyük oğluna gidip durumu anlatmış. Adam küplere binmiş. Öbür kardeşlerini de toplayıp annesinin evine yatıya gelmişler. Halit Efendi kadını korkuttuğundan emin, gece aynı numaralara başlamış. Ses çıkmayınca, çırılçıplak gelerek oda kapısını yoklamış, bakmış kapı açık! Karanlıkta odaya girmiş, yatakta kadına kavuşmak üzere yorganı açmış, aynı anda da gözünün üstüne yediği balyoz gibi bir yumrukla sırtüstü devrilmiş. Üç delikanlı Şipşak’ı güzelce bağlayıp  “çıplak Halit” olarak taşlığa yatırmışlar, sabaha kadar yarım saatte bir kuyudan çektikleri buz gibi suyu başından aşağı dökmüşler. Sabah olunca, o gece evde olmayan ana-kız döndüklerinde Halit’i taşlıkta böyle bulmuşlar. Kendini “babasının ruhu” diye tanıtan ahlâksız, “ben ettim siz etmeyin” diye yalvarıyormuş, Bağırmasına, yalvarmasına aldırmadan nöbetleşe dövmüşler. Sonra da, herkese rezil etmek için kollarını bağlayıp dışarı çıkartmışlar, sokakta dolaştırıp kalabalığın arasında pataklamağa başlamışlar.
Biz olay yerine vardığımızda, delikanlılar Halit’e ne söylerse o kabûl ediyordu. Karakola şikâyet ederse kuyuya sarkıtacaklardı… Ödedikleri kira dolana kadar Halit eve gelmeyecekti... Başkalarına da böyle pislikler yaparsa, Ağaçayırı’nda bacaklarından başaşağı asılıp eşek sudan gelinceye kadar dövülecekti… Sonunda Halit’i bıraktılar. Kadıncağız o evden taşınana kadar oralara gelemedi. Sonraları  kimseye görünmeden eve girip-çıkmağa başladı.
Huylu huyundan vazgeçmez derler… Bu olay unutulduktan bir süre sonra Halit Efendi de yediği dayakları unutup, insanlara bulaşmayı sürdürdü…

No comments:

Post a Comment